21 Şubat 2010 Pazar

Clark Kent

 

bir şeyi ne kadar çok seviyorsam, hakkında o kadar çok susup, onu sadece yaşamam gerektiğini öğrendim. 

 

aaa bak bu ne güzelmiş. şimdi yolculuktasın evet, ama birazcık senle yerleşik olmak oyunu oynayalım mı. insanın hayatında en az bir kaç tane çoksevdiğimizbiri olmalı.onu görünce, derdini anlatmadan -hani böyle kocaman, uçan balon kadar büyük dertlerimiz oluyor bazen bizim, kolum kanadım kırıldı, ben artık iflâh olmam gibi iddialı laflar ediyoruz, gerçekten de kolumuz kanadımız kırık oluyor o zaman, küskün felan da oluyoruz ya canım, cânım derken, hadi böyle kolumuz incinir de ’ayy kolum’ deriz ya, şimdi de ‘ayy canım’ diyoruz gibi zamanlar, canımız yanar, kelimeleri ilk anlamıyla düşün dedi kahin bazen - onu görünce, sanki sana merhem yapmış, çay demlemiş, kahve çekmiş, hamak kurmuş, çorba pişirmiş, elbise dikmiş gibi mutlu oluyorsunuz.

oysa ben derdimi ona anlatmadım ki. ama onu gördüm iyileştim. onu görünce dedim ki ‘dünyada bu denli huzurlu biri varsa, ‘dünyada üzgün olmaya değer ne var.” sonra insan ve acısı geldi aklıma. insan ve acısı aklıma geliyorlar arada sırada. vefalı iki komşu gibiler sağolsunlar hep bir paradoks şeklinde, ağırlıklarını kalbime yollayıp bir ide olarak aklıma geliyorlar. elimden gelene değil kalbimden gelene bakıyorum, bakmıyorum hayır kalbimden geleni dinliyorum. bu yüzden, ‘tevekkül’e başladım yeniden. seni yeniden öğreniyorum tevekkül. ve bu, uzak tutuyor beni bütün çirkin seslerden. gülümseyerek devam ediyorum.

o yüzden şimdi: bir şeyi ne kadar çok seviyorsam, hakkında o kadar çok susup, onu sadece yaşamam gerektiğini öğrendim. hâlimden anlayanlarım olsun kâfiydi. derdimi -kaypak kıypık kıymetsiz- dünyaderdimi anlatmadan/anlattırmadan hâlimden anlayanlarım olsun. çünkü geriye kalanım dünyaderdi değildir ve geriye kalanım ‘al senin olsun.’

Bayezid Külliyesi